Her dil, o dili konuşan topluluğun ruh atlası, kültür haritasıdır. Dili oluşturan kelimelerin her biri de o atlastaki, o haritadaki iller, ilçeler, bucaklar ve köylerdir. Bu beldelerdeki semtler, mahalleler, evlerdir. Dilin mensupları, bu haritadaki yerleşim birimlerinde otururlar; ruhları, akılları, gönülleri, zihinleri orada yaşar, orada gezer, çalışır, eğlenir, yer, içer; üretir ve tüketirler.
Dili oluşturan kelimelerin önem dereceleri de haritadaki yerlerine, konumlarına göre belirlenir. Her dilin, başkent kelimeleri vardır. Her ülkenin de birden çok başkentleri bulunur: siyasi başkent, kültürel başkent, ticari başkent gibi birden fazla anlam alanı alabildiğine zengin, geniş başkent kavramlardır bunlar. Ülkenin diğer yerleşim birimlerini bu başkentler besler.
Her ülke bir medeniyet ikliminde yaşar. O iklimin havasıyla, suyuyla, toprağıyla beslenir. O iklime bağlı ülkeler, o iklimin kanıyla, canıyla birlikte yaşarlar. O iklimin halkı da aynı manzara, aynı mimari içinde hayat sürdükleri için ruh yapıları da birbirlerine benzer. Oranın halkları birbirleriyle dost ve akrabadırlar.
Dil atlasında yer alan, gerçek başkentler karşılığı olan kelimeler, yalnız o kelimeler bile, çok zengin kavram alanlarına sahiptirler. İstanbul denilince neler, neler hatırlanmaz ki!.. Mekke, Medine, Kudüs; Londra, Paris, Newyork; Roma, Moskova, Pekin vb başkentler ne zengin anlamlar çağrıştırırlar!.. Bütün bu kentlerin kalbi konumunda olan mimari yapılar da öyle zengin anlam alanlarına sahiptirler.
Maddi gerçeklik katında kentlerin taşıdıkları anlamlara mukabil; soyut, zihni gerçeklik alanı olan dil katında da kavramların karşılıkları vardır. Buda, Toa, Konfiçyüs; Musa, İsa, Muhammed; Vedalar, Upanişatlar; Tevrat, Zebur, İncil, Kur’an birer büyük başkent kavramlardır. O dilin ikliminin zenginliğini bu kavramlar belirler.
“Nagehan bir şara vardım/ Ol şarı yapılır buldum/ Ben bile yapılır oldum/ Taş u toprak arasında” diyen gönül erinin bahsettiği yer, gönül şehridir. O yapıda kullanılan malzemeler, ruhun malzemeleri, taşı-toprağı olan kavramlardır. Yunus Emre’min bahsettiği vücudun şehri, ruhun meskun olduğu şehirdir.
Biz, bu ruh mimarlarının imar ettikleri alanlarda, medeniyet alanlarında yaşayan bir milletiz. O ruh kahramanları, büyük bir medeniyet fütuhatına girip de bizlere dünyanın en zengin medeniyet atlasını, kültür haritasını miras bıraktılar.
Mimar Sinan’ın bıraktığı Süleymaniye, Selimiye ve diğerleri, en güzel biçimlere girerek zaman ve mekânın ortasına bağdaş kurup oturmuş âbideleridir. İnsan vücudunun bir anda resimleştiği fotoğraflar gibi, tarihin bir anında sonsuzluğa bitiştirilmiş birer millet ruhudur, bu mimari eserler. Taşa tahtaya bürünmüş, mimari diye görünmüş bu yapılar, hep aynı millet ruhunun resimleridirler. Onlar mimari diliyle hep aynı medeniyeti, yani bizi konuşurlar.
