1 DİLİN TANIMI, DOĞUMU VE ÖNEMİ:
2 Dil, insanların düşüncelerini, duygularını ve deneyimlerini ifade etmek için kullandığı karmaşık bir semboller ağıdır. Bu ağın örgü malzemesi kelimeleşmiş seslerdir. Kelimeler ise isimler, fiiller, sıfatlar ve bunlar arasında ilişkiler kuran diğer ses öğeleridir. Bunlar da canlı cansız bütün varlıkların isimleri, fiilleri ve sıfatlarıdır. Allah, Âdem’e bütün isimleri öğretti. (Bakara: 31). Âdem’e bütün isimleri, yani maddî ve mânevî varlıkların, kavramların isimleriyle bunların özelliklerini veya isim verme, dil icat etme kabiliyetini öğretti. Aynı zamanda ona beyanı yani Ona anlama ve anlatmayı öğretti. (Rahman:4). Bunun için son peygamberine de Yaratan rabbinin adıyla oku! O, insanı alaktan (asılıp tutunan zigottan) yaratmıştır. Oku! Kalemle (yazmayı) öğreten, (böylece) insana bilmediğini bildiren rabbin sonsuz kerem sahibidir. (Alak: 1-5) dedi.
3 Ey insanlar! Doğrusu biz sizi bir erkekle bir dişiden yarattık. Ve birbirinizle tanışmanız için sizi milletlere ve kabilelere ayırdık. Muhakkak ki Allah yanında en değerli ve en üstününüz O’ndan en çok korkanınızdır. Şüphesiz Allah bilendir, her şeyden haberdar olandır. (Hucurât: 13.) buyurdu ve «Yine göklerin ve yerin yaratılışı ile dillerinizin ve renklerinizin farklı oluşu da O’nun âyetlerindendir. Şüphesiz ki bunda bilenler için nice ibretler vardır. (Rûm Suresi 22.) diyerek dillerin ve onlarla tanımanın, tanışmanın, anlaşmanın önemini duyurdu. Bunu Yunus Emre, Gelin tanış olalım / İşi kolay kılalım / Sevelim sevilelim / Dünya kimseye kalmaz» diyerek yorumladı ve gereğini yerine getirdi.
4 VARLIK VE DİL
Varlığı anlaşılır hale getiren, varlığı kullanılır kılan kelimelerdir. Kelimeleşmeyen, kelimeye dönüşmeyen varlık yok demektir. Dil, varlığı kelimeleştirme mucizesidir. Bir şeyi bilmek, onu isimlendirmektir. Biz, isim koyduğumuz şeyleri biliriz. Zihnimizde yansıyan her varlık kavranılmış demektir. Zihnin kavrayışları sese dönüştürülünce, o kavramın karşılığı olan varlık da kelimeleştirilmiş olmaktadır. Böylece o varlık sese, söze bürünmüş, kelime diye görünmüş oluyor. Bu görünen kelime isimdir, zamirdir, fiildir, sıfattır, zarftır, edattır, ünlemdir, bağlaçtır… Bütün bunlarla dile gelen düşüncedir, duygudur, davranıştır… Varlık olarak kavranıştır. (Tabiattaki “şeyler”in harici, zihni ve kelami varlıkları vardır: Taş. Tabii bir varlık, dışarda, oradadır; “taş” sesi kelami, lisani, dilsel bir varlık burada, yazıda, satırda, sayfadadır; bir de onu dile getiren, sayfaya yazan, dışarda olduğunu bilen zihindedir. )
5 HAVA VE DİL
Canlılar için hayatın temel direği havadır, sudur. Yaşarken, kullanırken pek farkında olmadığımız, gözle görüp elle tutamadığımız, hatta sanki yokmuş gibi davrandığımız o hava olmasa, hayat da olmayacaktı. Bunun gibi, insan cemiyetinin temel direği, yapısı dil olmasa insan da olmayacak, bir hayvan sürüsü olacaktı. Hep kullanılan ama hava gibi de farkına varılamayan dil, beşerî insan eden ana unsurdur. (İnsan, kendi yapısında yer alan kalb, beyin, mide vs gibi temel organların ne zaman farkına varır ki hastalıkları dışında?)
6 DİL VE YERÇEKİMİ
Yerçekiminin yeryüzü için oynadığı rolü, insan toplulukları için de dil oynar. Dili kaldırırsanız, toplumu da ortadan kaldırmış, dağıtmış olursunuz. Kâinat içinde bütün varlıklar tabiidir. Yeryüzü bu tabii varlıkların en renkli sahnelerinden biridir. Bu varlıklar arasında tabii oluşuyla birlikte tarihi oluşa sahip tek varlık insandır. Varlığı kavrayan, o kavrayışı kelimeleştiren, o kelimeleri kullanarak düşünceler üreten, bu düşünceleri hayata tatbik eden bir zihni yapı, sistem yeryüzünde sadece insanda var. İnsan bu dil vasıtasıyla zamanın üç unsuru olan geçmişi, şimdiyi ve geleceği birbirine bağlıyor. Bu üç zaman diliminde birden yaşıyor. Zamanın içini dolduruyor. Kültür ve medeniyet yerleştiriyor.
7 Bu üç zaman dilimini övünçleri, pişmanlıkları, sevinçleri, ümit ve idealleriyle dolduruyor. Başarı ve zaferleriyle övünüyor. Başarısızlıkları ve yenilgileriyle yerinir, pişman olur, yapmaya muvaffak olduklarıyla kendine güven duyar, ümitlenir, yapacaklarıyla da idealler üretir, onları besler, büyük ve parlak hedeflere yönelir, geleceği planlar ve onu avlamaya çıkar. Bütün bunları yaparken, gerçekleştirirken elindeki en güçlü vasıta dildir. Dil olmasa düşünce olmayacak; düşünce olmasa varlık kavranamayacak, varlık da kavranmasa gereğince kullanılamayacaktı. Varlık kullanılamayınca da ne ilim ne sanat ne felsefe ne teknik ne de kültür ve medeniyet hiçbir şey olmayacaktı.
8 DİL VE TOPLUM
Vücudumuz, organları arasında sinir sistemi ile yardımlaşmayı sağlayamazsa hayata uymakta büyük zorluklarla karşılaşırız.
İnsan vücudunda sinir sisteminin rolü ne ise bir toplum fertleri arasında da dilin rolü odur, denebilir. İnsanın eli ile yüzü arasındaki boşluğu sinir sistemi dolduruyor. Kirlenen yüzün yıkanması için eli harekete geçiren beyin, bu işi sinir sistemi ile yapıyor. Ayağa batan bir dikeni çıkarması için ele emir veren beyin, bu işlemi sinir sistemiyle gerçekleştiriyor. Vücudun susuzluğunu gidermek için gözün, elin, ayağın ve diğer organların harekete geçirilmesi, istenilen amaca ulaştırılması da sinir sistemi olmadan gerçekleşemez.
9 İnsanlar arasında böyle ortak, organik bir sinir sistemi yoktur. Bu anlamda, bütün fertler arasında büyük boşluk var. İşte bu boşluğu dil denilen o mucizevi anlaşma sistemi doldurur. Toplum fertleri arasında haberleşme bu dil sistemiyle sağlanır. Fertlerin vücudunda sinir sistemi ne ise toplumda da dil, odur.
İnsan, dilini toplumdan edinir. Toplumu oluşturan fertleri bir arada tutan dildir. Dilsiz, bir insan topluluğu düşünülemez. Çünkü dilin konuşma yönü birden fazla kişiyi şart kılar. Toplum devam ettiği sürece dil devam eder.
10 Dil, ferdî değil, toplumsal bir olgu, realite olduğu için genel ve sürekli bir varlıktır. Dil, dünden gelip bugünde yaşadığı gibi yarına da kalıp devam edecektir. Toplum tarafından konmuş kurallara bağlı mantıklı bir yapısı olduğu için de sistemlidir.
Dilin kuruluşu, yapısı toplumla ilgili olduğu için fertleri aşkın bir yönü vardır. Fertler, dile istedikleri gibi müdahale edemezler. Konuşma yani dilin kullanımı ferdi olduğu için dilin kurallarına uymak şartıyla onu istediği gibi kullanabilir. Kullanabilir ama yine de anlaşmanın sağlıklı olması için dilin tanıdığı imkanların dışına çıkamaz.
11 Biyo-psiko-sosyal bir varlık olan insanın psikolojik yönünü dil vasıtasıyla toplum oluşturur. Dile döktüğü, yaşadığı değerlerle toplum, ferde muhteva kazandırır. Fert de edindiği muhtevayı toplum ve tabiat ilişkileriyle elde ettiği yeni kazanımları, değerleri toplumuna ekler, katar, toplumunu daha da zenginleştirir.
Toplumda elde edilen bilim, sanat, felsefe, ahlak, teknik konularındaki yeni buluşlar, başarılar, yazı ve konuşma yollarıyla toplumdan topluma, nesilden nesile aktarılır. Bunlar da eğitim ve öğretim yoluyla olur. Bütün bunlar dil ile gerçekleştirilir.
12 Dil, ortak insanlık tecrübelerini taşıyan, koruyan önemli bir vasıtadır. Dil ve yazı olmasaydı, insanlar bazı konularda hayata sıfırdan başlamak zorunda kalacaklardı. İnsan hayatının bütün tecrübeleri, can alıcı buluşları, dilin sağladığı imkanlarla devam ettirilir. İnsanlığın ilerleme ve gelişmesi bu sayede mümkün olur.
13 DİL VE DÜNYA GÖRÜŞÜ
13 Bir toplumun dilini oluşturan kelimeler, o toplumun dünyayı kavrayış keyfiyetini, bir başka deyişle o toplumun dünya görüşünü ortaya koyar. Bir toplumun içinde yaşadığı dünya ile dilinde yaşayan dünya arasında yüzde yüz bir aynılık yoktur. Eğer öyle olsaydı bütün insanlar, bütün diller aynı düşünce ve inanç dünyasını paylaşırlardı. Dil, dünyanın kelimelerle kavranılmasıdır. Dil, dünyanın zihni haritasıdır. Harita ile coğrafi yapı arasındaki ilişki ne ise, dil ile dünya arasındaki ilişki de bir bakıma odur. Hiçbir coğrafi bölge, haritada gösterildiği gibi değildir. Bunun gibi dünya da dilde yansıdığı biçimde olamaz. Biz, dünyayı soyutlayarak algılarız. Zaten dil de bir soyutlama sistemidir.
14 Bilim adamları her toplumun kendine has bir dünya algılama biçimi olduğunu söylemektedirler. Marx, insanların belli bir sosyal gurubun içinde (gömülü) oldukları için, dünyayı bu grubun çıkarları açısından göreceklerini söylemişti. Freud, insanların dünyayı içgüdüleri ile şekillendirdiklerini, dünyayı kendi tutkuları açısından gördüklerini anlatmıştı. Kuhn’a göre bilim adamları dünyayı kendi değer verdikleri bilimsel kavramın içinden görüyorlar. Newton fiziğine inanıyorlarsa dünyayı Newton fiziğinin kuramları içinden görecekler. Bu kuramların eksikliğini ifade eden farklı görüşleri kabul etmeyecekler. Dünyayı Einstein fiziği açısından görüyorlarsa kuramın savlarına göre değerlendirecekler. Bilimciler, böylece Kuhn’a göre dünyayı kendi ekollerinin ortaya çıkardığı kalıpların içinden görüyorlar. (İdeoloji, Şerif Mardin, sf. 102)
15 Hombold’a göre insan, bir dereceye kadar, hatta denebilir ki özellikle dış çevresini dilinin o çevreyi sunduğu gibi yaşar. İnsanlar, bilgiyi tabiattan almazlar, toplumdan alırlar, toplumdan alınan bilgi de şekillenmiş bilgidir. (age sf 91)
Mevlâna Celaleddin de şöyle diyor: “Dünyayı görmen senin idrakin kadardır; temiz olmayan hissin temizleri görmene perde olur. Hissini görüş suyuyla yıka, sufilerin çamaşır yıkaması böyledir.”
Bediüzzaman da şöyle diyor: “Nazar ve niyet eşyanın mahiyetini değiştirir”. Varlığa (dünyaya) hangi düşünce ve hangi niyetle bakarsanız, varlığı, dünyayı öyle görür ve öyle anlarsınız.
Felsefecilerin ve dilcilerin cevap aradıkları bir soru var: insanların kendi dünyalarındaki obje ve olayları düşünüş ve ele alış tarzlarında dilin tesiri nedir?
16 İNSANIN FİKİR ARA DÜNYASI
16 Reiners, dünyaya şeklini veren dildir; dil, bizi kelime gibi belirli kalıplar içinde duymaya, düşünmeye hatta idrake zorlar” derken dilin gücüne işaret etmektedir. Humbold’ta bu düşünce daha da hâkim ve derindir. O da insanın varlıkla dilin imkanları derecesinde haşir neşir olduğunu söyler. Vossler, dünyanın manevi şeklini ancak dilde bulduğu kanaatindedir. Birçok dilbilimciye göre dil, insan için realiteden öyle bir dünya kurmuştur ki işte insan o “fikir ara dünyasında” yaşar. Böylece ancak dil sayesinde var olabilecek mertebelere erişebilir. “Dil, maddi dünyayı manevi dünya haline çevirir ve reel gerçek yanında ikinci bir gerçek meydana getirir. (Daniels Karlheinz, Muhteva Bakımından Dil ve Gerçek, çev. Hüseyin Sesli, sf 13)
17 Sapir, dil ve kültür problemini klasik bir şekilde formüle ederken şöyle der: “İnsanlar, sadece objektif dünyada veya mutad şekilde anlaşıldığı gibi içtimai faaliyetlerin dünyasında yaşamazlar; yaşayışları, cemiyetlerinin ifade vasıtası haline gelmiş muayyen dilin insafına kalmıştır. İnsanın, esas itibariyle dili kullanmadan gerçeğe intibak ettiğini ve dilin sadece muayyen haberleşme ve düşünce problemlerini halletmede sadece tesadüfi bir vasıta olduğunu düşünmek oldukça hayaldir. Meselenin hakikati “gerçek dünyanın gayri şuuri olarak ve geniş çapta grubun dil alışkanlıklarına göre inşa edildiğidir. Görme, işitme veya tecrübelerimizin şekli geniş çapta cemaatimizin dil alışkanlıklarının bizi muayyen yorumlara müsait kılmasıdır. (Cemiyet İçinde Fert 2 çev. Prof.Dr. Mümtaz Turhan, sf 32-33)
18 Sosyal psikolojiye göre ferdin şahsiyetini ve içinde bulunduğu cemiyetin kültürünü aksettiren dil, aynı zamanda şahsiyet ve kültürün şekillenmesinde rol oynar. Buna göre, ferdin belli bir kültür çevresinde gelişmiş olan dil davranışı, onun zihni oluşumunu belirlemede yardımcı rol oynar, böylece şahsiyetinin gelişmesine de yardım eder. Ben Johnson bunun için “konuş ki ne olduğunu anlayayım” diyor. Korzybsky, kötü konuşma alışkanlıklarının şahsiyet uyumsuzluklarına sebebiyet vereceğini ileri sürer, bunun tersinin de doğru olacağını yani şahsiyet bozukluklarının da kötü konuşma alışkanlıklarını meydana getireceğini belirtir. (a.g.e. sf 29)
19 İnsanın varlıkla kendi arasında ve kelimelerle ördüğü o zihni ara dünyaya, o aleme konuşarak, yazarak girilir. Anne çocukla konuşur. Kardeş kardeşle, akraba akraba ile konuşur. Kelimelerle buluşup, kelimelerle birbirlerini bularak hayata ait duygu, düşünce, inanç ve deneyimlerini paylaşır, ortak bir dünya kurarak ona şartlanırlar, bağlanırlar. Birlikte duymaya, birlikte düşünüp inanmaya ve birlikte davranmaya alışırlar. Toplum böylece ortaya çıkar.
20 İNSANDA DEĞİŞİM VE DİL
İnsan davranışlarında kelimelerin görevi maddi nesnelerin görevlerine benzer. Atılan bir taşın insanı bir davranışa sokması gibi işitilen bir kelime de insanı bir davranış içine sokar. Bu durumda her ikisi de bir objedir. İnsan, nasıl eşyalardan oluşan bir dünyada yaşıyorsa, aynı şekilde kelimelerden oluşan bir ara dünyada yaşıyor. İnsanın çevresini yeni eşyalarla değiştirmek nasıl mümkünse, diline yeni kelimeler sokmak suretiyle zihni ara dünya diyebileceğimiz dünyasını da değiştirebiliriz. Bu yüzden dil, tutum değişmelerinde, istek ve heyecan uyandırılmasında ve davranışlarda değişiklik meydana getirmede etkili olmaktadır.
21 KÜLTÜR DEĞİŞMELERİ VE DİL
Kültür değişmelerinde, dolaysıyla ferdin ve toplumun dünyasını değiştirmede edebiyatın, sinema ve televizyonun rolü çok büyüktür. Hele televizyon… (Şimdi de internet ve ona bağlı iletişim sistemleri.)
Edebiyatı, sinemayı ve daha nice sanatın gücünü de yedeğine alan bu sistem, bin bir dilli bir büyücü gibi, toplulukları değişimden değişime sokmaktadır. Onların rüyalarını ülkülerini bütün hayatlarını yönlendirmektedir.
22 DİLLE GÖRÜLEN İŞLER
Dili kullanmak, varlığı da kullanmaktır. Bu kullanım, dolaylı bir kullanımdır. Yerden bir taşı alıp, bir başka insana atabilirim. Bu, benim taşı doğrudan doğruya kullanmamdır. Bu taşı, yanımdaki birine yerden aldırıp bir başka insana attırabilirim. Bu da benim o taşı dolaylı yoldan kullanmam demektir. Bana bu imkânı veren, yanımdaki insanla birlikte kullandığımız dildir.
Dil, insana dünyaya hükmetme gücü kazandıran, ona varlığı anlama ve kullanma, etkileme imkanları veren bir kuvvettir. Birlikte iş yaptığı arkadaşının ellerini kendi elleri gibi kullanabilir. Hatta güzünü, kulağını, burnunu, dilini, elini, ayağını bile kendi organlarıymış gibi kullanabilir. Bak, dinle, kokla, tat, tut, yürü gibi emir veya istekleriyle o eyleme ilişkin işleri ona yaptırabilir. İşte bu gücü, imkânı ona sağlayan araç, sistem dildir.
23 Aynı dili kullanan toplum fertleri, dili, bir kişinin kullandığı gibi kullanıyorlarsa, yani hepsine hâkim olan dil duygusu ve dil şuuru aynı ise, dilin taşıdığı dünya bütün fertlerde aynı harita ile gösteriliyor ve görülüyorsa o toplumda (dilin yapıtaşları olan Kelimelerle örülüp kurulmuş) çok sağlıklı ve güçlü bir ruh var demektir. O toplumun ruhu güçlü, sağlıklı bir dayanışma içindedir. O toplumun üstesinden gelemeyeceği hiçbir zorluk, hiçbir güç yoktur. Bu gücün kaynağı, kullanılan ortak dildir.
24 Ruhu diline, dili ruhuna ayna olan fert ve toplumlar, bu ayniyeti (benzerliği) birlikte yaşıyorlarsa onlarda bireysel ve toplumsal kişilik bozukluğu, dengesizliği yok denecek kadar azdır. Bir kişinin veya toplumun şahsiyet bozukluğu diline de yansır. Davranış ve konuşma dili onu ele verir. Bunun tersi de söylenebilir. Kötü konuşma ve davranışlara özenen kişiler zamanla ruhen de kötüleşirler. Dil, düşünceyi, düşünce de dili etkiler. Dil ve düşünce dengesi sağlam kişi ve topluluklar şahsiyet bakımından da sağlam ve dengelidirler. «Allah’ın nasıl bir misal getirdiğini görmedin mi? Güzel sözü, kökü sabit, dalları gökte olan güzel bir ağaca benzetti. O ağaç, rabbinin izniyle her zaman meyvesini verir. Öğüt alsınlar diye Allah insanlara böyle misaller getirmektedir. Kötü sözün misali de kökü yerden sökülmüş, ayakta duramayan kötü bir ağaçtır. (İbrâhîm Suresi –24-25-26)
25 DİLLE OLUŞAN TOPLUMSAL VE FERDÎ ŞAHSİYET
Şahsiyeti Bozan Unsurlar
Kelimeler kapsül, anlamlar da zehir veya şifadırlar. Maddi hastalıklar, nasıl dışarıdan alınan mikroplar, virüsler vasıtasıyla bünyede ortaya çıkıyor, bünyenin dengesini bozuyorsa, psikolojik ve sosyal hastalıkların birçoğu da dile musallat olan ve adına kelime denilen birtakım virüslerin bünyeye sirayetiyle ortaya çıkıyor. Bünyede suçiçeği, kızamık, verem, tifo, kanser gibi hastalıklar ne ise fert ve toplum ruhunda ortaya çıkan şüphe, inkâr, yalan, aldatma, ihanet, taklit benzeri olumsuz ruh arızaları da odur. Toplumun kullandığı dilin bünyesine, toplum fertlerinin anlaşmalarını bozucu veya anlaşmalarını zorlaştırıcı, zihinleri, kalpleri arasında boşluklar oluşturucu urlar meydana getirici yabancı dil unsurları birer virüs gibi girerse, o toplumun fertleri arasındaki denge de bozulur, birlik sarsılır, toplum bunalıma girer.
26 ŞAHSİYETİN TEMEL DİNAMİKLERİ: BİLİM-SANAT VE DİN İLE AHLAK
Fert ve toplum ruhunun besin kaynağı olan bilim ve sanat, din ve ahlak da dil yoluyla elde edilir. Toplumun dili, bilim, sanat, din ve ahlak değerlerini taşıyan ve toplum fertlerine onları kazandıran en önemli ve tek vasıtadır. Bu değerler alanının haritasını dil çizer. Dili bozmak, değiştirmek, bu haritayı bozmak ve değiştirmek demektir. Ruh şehrinin haritasındaki yer, yön; cadde, sokak; mahalle, meydan; ev, işyeri gibi yön ve mekanlar karıştırıldığında toplum nasıl bunalıma girerse, dil haritasındaki kelimeleri, asırların çizip çıkardığı ortak ruh haritasını, yani bilime, sanata, dine ve ahlaka giden yer ve yönleri değiştirirseniz toplumda daha büyük bunalımlara yol açmış olursunuz. O toplumu büyük bir medeniyet bunalımına düşürmüş olursunuz.
27 DİL
Konuşmalara dikkat ederseniz çoğu, bahis konusu olan şeyin dışında cereyan eder. Karşımızda bulunanı nadiren dile alırız. Çünkü onu doğrudan doğruya görürüz. Bir marangoz, bir masa yaparken ekseriya ağzını bile açmaz. Her şey gözünün önünde, elinin altındadır. Ve zaten eşya ile konuşulmaz. Konuşma için iki insanın karşı karşıya gelmesi lazımdır. O zaman eşya silinir; söz araya girer. Fakat sözün vazifesi eşyanın yerini tutmaktır. Marangoz, çırağına: “Git, nalburdan yarım kilo beş numara çivi al!” derse çırak, deli olmadıkça manava gidip salatalık veya domates getirmez. Bu bize gösterir ki her kelime dünyada bir “şey”e tekabül eder ve konuşma da bu tür bir “şey”in yerini tutar, daha doğrusu onun işareti olur.
28 “Anlamak” kelimesi öyle zannediyorum ki eski Türkçede işaret ve sembol manasına gelen “angu” kelimesinden türemiştir. Buna göre anlamak, işaretleşmek, işaretin manasını kavramak demektir.
Marangozun çırağı çivi yerine domates getirirse bu onun çivi kelimesinin manasını anlamadığını gösterir. Orta oyununda böyle yanlış anlamaya dayanan bir sürü gülünç nükte vardır. Günlük hayatta kullanılan kelimelerin manasını “herkes” anlar. “Herkes” derken, aynı işaretler sistemine göre yetişmiş insanları yani muayyen bir toplumu kastediyoruz. Yoksa bir “yabancı” için bize pek tabii gelen kelimelerin manası meçhuldür. Onda bizim konuşmamız sadece bir gürültü intibaı bırakır. Kelime ancak, oldukça geniş bir kitle tarafından muayyen bir şeye tekabül ettiği yani bir mana taşıdığı takdirde kelime olur.
29 Bir kelimenin kelime olarak kıymeti sesinde değil, bir topluluk tarafından anlaşılan bir mana taşımasındadır. Mana, bir nevi içtimai mukaveledir. Bir dil, muayyen bir topluluğun, müşterek olarak aynı manayı verdiği aynı tarzda telaffuz ettiği ve yazdığı binlerce kelimeden mürekkeptir. Bu bakımdan yazı ile ses arasında büyük bir fark yoktur. “Ağaç” kelimesini “buğaç” veya “tukaç” diye yazarsam kimse bundan bir şey anlamaz. Yazı, telaffuzun başka işaretler sistemine naklinden ibarettir.
30 Her dil öğrenim yoluyla nesilden nesile geçer. Çocuk, dili, ilkin aile çevresinde sonra okulda ve hayatta öğrenir. Kültürü arttıkça kullandığı dil malzemesi kelime ve cümlelerin sayısı da artar. Hiç kimse bir dilde mevcut bütün kelimeleri bilmez ve kullanmaz. Medeniyetçe yükselmiş cemiyetlerde müşterek dilden ayrı, yalnız bir mesleğe mensup olanların tasarrufunda, sayısı oldukça kabarık “meslek lügati” vardır. Bu iş bölümü ve ihtisasın tabii bir neticesidir. Doktorların, mühendislerin, avukatların kullandıkları tabirleri anlamak için, tıpkı ana dili öğrenir gibi, o sahada da çalışmak ve bir itiyada sahip olmak lazımdır. Biz, yabancı dilleri de böyle öğreniriz. Bir insanın anladığı ve kullandığı kelime kadrosu, içinde bulunduğu çevreye ve kültür seviyesine göre değişir. Köylünün bildiği ot isimlerini, balıkçının tanıdığı balık isimlerini, şehirli bilemeyeceği gibi, bir şehirlinin de hayatta her gün kullandığı eşyaların adlarını da köylü veya balıkçı bilmez.
31 Müşterek dil, müşterek kültür ve medeniyetin mahsulüdür. İçinde yaşanılan kültür ve medeniyet çevresi, bir dilde kullanılan kelimelerin kadrosunu tayin eder. Bundan dolayı fert gibi cemiyetin de kültür ve medeniyet seviyesini, anladığı ve kullandığı kelimelerin cins ve sayısından çıkarmak mümkündür. Çünkü hayat dile akseder.
Dilin insan hayatındaki başlıca rolü, bilgiyi başkalarına nakletmek, böylece bir anlaşmaya varmaktır. Çocuk, öğrendiği itiyatlar ve dil sayesinde ailesinin bir uzvu haline gelir. Okulda, sokakta öğrendiği kelimeler ve bilgileriyle aile çevresini aşarak geniş kültür ve cemiyet hayatının içine girer.
32 Dil sayesinde bir milletin yüzyıllar boyunca edindiği bilgi nesilden nesile aktarılır. Konuşma dili, tabirleri, atasözleri, nükteleri, teşbih ve istiareleri ile şifahi bir kültür hazinesidir. Bundan dolayı okuma yazma bilmeyen insanlar dahi sadece konuşma dilinin içinde taşıdığı kültür sayesinde muayyen bir seviyeye ulaşırlar. Okuma yazma bilmeyen Türk halkının bir sağduyuya, bir hayat görüşüne sahip olması konuşma dilinin zenginliğinden ileri gelir.
Fakat yazı dili ve onun mahsulü olan kitap, şifahi kültürden çok daha zengin ve emin bir kaynaktır. Kitap okuyan bir insanın bilgisi kadar, konuşması da başka türlü olur. Kitap okuyanlar, kitaptan hayata bir sürü kelime naklederler. Bir memlekette kitap kültürü ne kadar zenginse günlük konuşma da o kadar zengin olur.
33 İlim adamı köylü gibi konuşmaz ve düşünmez. Onun dili ve kafası okuduğu kitaplara göre şekillenmiştir. Bu bakımdan sadece şifahi kültüre sahip olanlarla kitap kültürüne sahip olanlar arasında, konuşma tarzında da kendini gösteren bir hayat görüşü farkı belirir.
Her kelime maddi veya manevi, müşahhas veya mücerred muayyen bir şey gösterdiğine göre, çok kelime bilenin çok şey bilmesi gayet tabiidir. Çok şey bilmek ise insan hayatında üstünlük sağlar. Fakat sadece kelimeleri bilmek kâfi değildir. Mühim olan, kelimelerin gösterdikleri nesneyi ve bunlar arasındaki münasebetleri bilmektir. Mesela bir lügati ezberleyen kimse bu suretle pek çok şeyin adını öğrenir. Fakat bu yoldan kültürlü bir adam olmasına imkân yoktur.
34 Dil, eşyadan ayrı, kendi içinde bir âlem teşkil ettiği için, eşyaya gidilmezse sadece kelimelere dayanan sathi bir kültür vücuda gelir ki skolastik denilen şey işte budur. Kelimelerin neye tekabül ettiğini bilmek ilk merhaleyi teşkil eder. Asıl kültür ve ilim, kelimelerin gösterdiği şeyleri ve onlar arasındaki münasebetleri bilmekle başlar. Fakat bir şeyi iyi bilen, ekseriya o şeyi anlatan kelimeyi de bilir. Buna karşılık bir kelimeyi bilip de anlattığı şeyi bilmeyen pek çok insan vardır. Bundan dolayı, dil kültüre tekabül eder, sözünü yüzde yüz gerçek saymamalı, eşya bilgisine daha fazla ehemmiyet vermelidir. Çünkü mühim olan eşyadır. (Prof. Mehmet Kaplan, Büyük Türkiye Rüyası, sf 245-248)
35 DİL VE İNSAN
Alman filozofu Heidegger’in dil hakkında derin manalı bir sözü vardır: “dil insanın evidir”, der. Bundan on yıl kadar önce, üniversitede üç dört arkadaş bu cümlenin anlamı üzerinde saatlerce konuşmuştuk.
Evin başlıca özelliği, tabiat içinde olmakla beraber, tabiattan ayrı, insan için, insana göre bir mekân teşkil etmesidir. Evin bütün yapı malzemesi tabiattan alınmıştır. Fakat değiştirilmiş, yeni bir şekle sokulmuştur.
Alain, “evin dışı tabiata, içi insana göredir,” der. Bu söz de doğrudur. Çatı, duvar, pencere, temel, sıva, pancur dış ile ilgilidir. Bunlar dışa karşı ve dışa göredir. Ev içi, denilebilir ki insanın kalıbıdır.
36 Benzetme daha başka fikirlerin geliştirilmesine de elverişlidir. Evler, iklim çevresine göre olduğu kadar, kavimlerin medeniyet şekillerine, sosyal tabakalara ve şahısların servet, zihniyet ve zevklerine göre değişik şekiller arz ederler.
Diller de böyle değil midir?
Her millet, dilini kendi ihtiyaçlarına, kültür ve medeniyet seviyesine, zevkine göre oluşturur. Dil, tıpkı ev gibi bir milletin duygu, düşünce ve hayatının kaynağı, korunağıdır. Dede Korkut kitabını okumaya bayılırım. Burada kendimi bambaşka bir dünya içinde, bambaşka insanlar arasında bulurum. Halit Ziya’nın Mai ve Siyah’ı, Tanpınar’ın Huzur’u da hoşuma gider. Onlarda Dede Korkut kitabındakinden çok farklı bir zaman, çok farklı bir mekân ve insan vardır.
37 Dilin insanın evi olduğu fikrini bilhassa edebi eserleri okurken hissederim. Zira edebi eserlerde insan daha canlı olarak gözükür. Fakat fikir eserleri de insanın evidir. Türkçülüğün Esasları, Ziya Gökalp’tir. Her cümlesinde o vardır.
Dilin bütünü milletin evidir. Bin bir odalı bir ev! Buna şehir, ülke demek daha doğru olur. Milletler, dillerini tıpkı medeniyetleri gibi kurarlar. Her milletin kendine göre bir medeniyeti vardı. Ziya Gökalp buna hars, milli kültür adını veriyor. Dil, harsın evidir.
Heidegger, “dil insanın evidir” derken, dil ile insan arasındaki yakın münasebeti belirtmek istemiştir. İnsan yerine millet demekte de bir mahzur yoktur. Zira dillerin başlıca vasfı “milli” oluşlarıdır. Fakat burada dil ile kültür arasındaki münasebet unutulursa bazı hatalara düşülebilir.
38 Dil konusunda en çok yanılanlar, dili, tarihten, kültürden, toplumdan, bir kelime ile insandan ayıran dilcilerdir. Hani şu çok işe yarayan sözlükler, gramer kitapları yok mu, onlardır, insanları dil konusunda aldatan. Dünyada sözlük ve gramerden daha sun’i hiçbir şey yoktur. Ionesco’nun yaptığı gibi sözlük ve gramere göre konuşan robot insanlar icat etmek suretiyle insanlar güldürülebilir. Dünyada kimse sözlük ve gramere göre konuşmaz. Bir zamanlar “dâhi-i âzam” diye ünü göklere çıkarılan Abdülhak Hamit,
Gramerden de anlamam billah / Ulema benden etsin ikrah!
Diye korkunç ve gülünç beyitler yazıyordu. Fakat haklı idi. Dahi bir şair olduğuna inanıyordu. Kendinden önce gelen, basmakalıp ifadeleri bıkmadan tekrarlayanlarla kıyaslanırsa, gerçekten de dahi denilebilecek bir yaratma gücüne sahipti. O da her yazar gibi kendine göre bir dünya kurmuştu. Evinin malzemesi biraz karışık, yapısı biraz eğri büğrü idi ama “Hâmidâne” idi.
39 Dili insanla beraber ele alınca, Yunus Emre gibi:
Cümle şair dost bahçesi bülbülü
Diyerek çok geniş davranmak mümkündür ve bu kanaatime göre doğru olan da budur.
En güzel Türkçeyi kim söylemiştir? Hiç kimse. “En güzel Türkçe” diye bir şey yoktur. Bir milleti teşkil eden fertlerin hepsi, kelime ve gramer kaideleri üzerinde kafa yormadan, sabahtan akşama kadar konuşurlar. Evlere, kahvelere, sokaklara kulak verin. Kuş cıvıltıları gibi insan sesleri gelir. Fakat bu gelen sadece ses değil, duygu, düşünce, sevgi, nefret, kin, hiddettir. İnsan, bir şeyi anlatmak için konuşur. İnsan için önemli olan dilin kendisi değil, dil ile anlatılan şeydir. Dil bir vasıtadan başka bir şey değildir. Fakat vasıta olmadan da insan başka bir şey yapamaz. Vasıta olmak dili küçültmez. Tam tersine dilin şanı, şerefi vasıta oluşundadır. Dil olmasa birbirimizle anlaşabilir miydik? Dil olmasa tarih, kültür, edebiyat ve medeniyet de olmazdı.
40 Fakat dilin vasıta olması, hayatın şekil almasından hemen hemen farksızdır. Hayatın aldığı şekilden ayrılabilir misiniz? Hayat var olmak için kendine göre organlar yaratır. Dil de böyledir. Dil de bir bakıma hayatın aldığı bir şekildir. Bir şiir, hikâye ve romanda dil, içini dolduran hayat gücü ile pırıl pırıl parlar. (İnsan konuşurken, yazarken sese hayat üfler. Hz. İsa’nın çamura üfürüp hayat vermesi gibi. Hz. İbrahim’in çağırdığı ölü kuş parçalarının dirilişi gibi.)
Bursa’da bir eski cami avlusu / Mermer şadırvanda şakırdayan su / Orhan zamanından kalma bir çınar / Onunla bir yaşta ihtiyar çınar …
Bu mısraları okur okumaz gözümüzün önünde bir dünya canlanır. Bu sır kelimelerin kendisinde midir? Sırayı bozmak suretiyle bunun yapıdan geldiğini kolayca anlamak mümkündür.: çınar, ihtiyar, yaş, bir onunla, duvar, bir kalma, zamanında, Orhan ilh.
41 Bu deneme gösterir ki manayı o güzelliği vücuda getiren şairin kurduğu nizamdır.
A. Kutsi Tecer’in Köşebaşı adlı piyesinden bir parça:
“Sütçü – Eh, dünya bu! Dün sabah uğradım, sütümü bıraktım, adamcağız sağdı. Bu sabah uğradım sütümü bırakmaya, ölmüş.. Dünya bu! Dokundu içime hanımefendi…
Süt alan kadın – Vah! Vah! Kim acaba?
Sütçü – Macit Bey.
Süt alan kadın – Sahi mi? Ah, ne iyi adamdı!”
Burada da bir “hayat parçası” vardır ve bu “hayat parçası” kelimeler dizisine bağlıdır. Bu parçayı da sondan başa doğru okuyunuz, hiçbir manası olmayan saçma bir kelimeler yığını ile karşılaşırsınız.
42 Eskiler “nesir” için “inşa” derlerdi. Güzel, manalı bir terimdi bu. Yazı, hatta konuşma, tıpkı ev gibi “inşa” edilir ve bu evin içinde insan oturur.
Dil konusunda en büyük hata kelimeleri ayrı ayrı ele almaktır. Normal dilde, konuşma ve yazıda kelime değil cümle vardır. Her cümle bir yapıdır.
Dile bu gözle bakınca, eskilerin de kendi çağlarının malzeme ve üslubuna göre evler inşa ettiklerini görürsünüz. Eski şiirin tabii ünitesi “beyit”tir. “Beyit” kelimesinin manası “ev”dir. Gerçekten “beyit” ev gibi inşa edilmiştir ve o evin içinde insan vardır.
43 Ah eylediğim serv-i hıramanın içindir / Kan ağladığım gonca-i handanın içindir / Yaktın tenimi vasl günü şem-teg amma / Bil kim bu tedarük şeb-i hicranın içindir
Burada önemli olan tek tek kelimeler midir? Yoksa “yapı”, “düzen” ve “mana” mıdır? Edebiyattan biraz anlayan ve hakikat duygusu olan herkes itiraf eder ki burada bir “insan”, bir “insanın aşkı”, “ızdırab”ı, “bekleyiş”, “ümit” ve “ümitsizlik”i bahis konusudur. Kelimeler onu anlatmak içindir. Burada âşık ve muzdarip Fuzuli’dir dile gelen.
44 Eğer “bütün”ü, “mana”yı, “insan”ı bırakır da tek tek kelimeleri ele alır, hele onları öztürkçe, Arapça, Farsça, isim, sıfat, fiil diye ayırmaya kalkarsanız her şeyi kaybedersiniz. Dili, insandan, tarihten, kültürden ayıranlar sanat, kültür ve insanla ilgisi olmayan yaratıklardır. Onlardan korkunuz. Tuğlaları incelemek için binayı başınıza yıkarlar.
Dili insanla beraber ele alınca evin sıcaklığına kavuşmuş, bütün diller ve insanlarla dost olmuş oluruz. (Mehmet Kaplan)
45 İNSAN VE DİL
45 İnsan bir dil ortamı oluşturur ve o ortamda, dili konuşarak ve yazarak, dil ile birlikte zenginleşerek olgunluğa erer. Kültür ve medeniyetler kurar, tabiat ortasında Tarih sahneleri sergileyerek ırmak ırmak, nehir nehir, göl göl, deniz deniz; dağ dağ, ova ova büyüyerek var olur.
Dil ortamı, tabiat ortamı gibi insan için bir hayat ortamıdır. En ideal tabiat ortamı, toprağı, suyu, havası, iklimi canlıların en iyi, en sağlıklı yaşamasına uygun ortamdır. Dil ortamı da öyle. Dillerin de havası, suyu, toprağı, iklimi vardır. Tabiat bir veridir, insana. Dil de bir veridir. Tanrı vergisidir ikisi de.
46 Dil, insanda ilâhi bir programdır. Bir benzetmeyle söylenebilirse o da yeni bir bilgisayara yüklenen windovs programı. Kurulu bu programa aile ve toplum yeni, değişik programlar yükleyerek insan ruhunun akıl, zekâ, vicdan denilen sistemlerini eğitim ve öğretimle işletime açıp ferdin kullanımına verirler. Fertler de kendi iradeleriyle kazandıkları bu ruhi cihazları, donanımları kullanır ona göre kişilik kazanırlar.
İnsan, tabiatı kullanarak, ondan aldıklarıyla üretimlerde bulunarak varlığını zenginleştirir ve devam ettirir. Obalar, köyler, kasabalar, şehirler kurar. Bu kuruculuk tabiata ne kadar uygun olursa insanlar da o kadar rahat, huzurlu bir hayat yaşar. Bütün bu oluşumlar, dil ile olur, dilde yansır.
47 Allah insanı tabiatın ortasına korken tabiatı adlandıracak böylece onu anlayacak, ondan kendisi için en güzel eserler ortaya koyacak sistemi de birlikte veriyor. O mucizevi sistem dildir. İnsan varlıkları ve varlıkların sırrını bu sistemle araştırıp anlar. Bu sistem ve anlayış insanı Allah’a götürür. Allah, vahiy ile yani Kendi diliyle insanın dilini mayalar, aydınlatır, zenginleştirir.
İnsan, ilâhî dil ile, kâinatın, varoluşun sırrını, niçin ve nasılını hakikatiyle öğrenir. Kendi dilini bu öğretilerle biçimler, besler ve büyütürse hakikate ulaşır, varoluş amacına erer, mutlu bir hayat sürer.
48 İnsan bedeni, tabiat içinde minicik bir yapı taşının bölüne bölüne örülüşüyle kurulup bebek olur. İnsan ruhu da bebek içinde kelime denilen yapı taşlarının örülüşüyle kurularak çocuk olur, genç olur, olgun olur, insan olur. Bebek bünyesine tabiat, besleyici unsurlarıyla katılarak hayat olur; bebek ruhuna dil, besleyici unsurlarıyla eklenerek ben olur, benlik olur. Tabiat, nasıl bedenin yuvasıysa dil de ruhun, ruhların yuvasıdır. İnsan, o yuvada doğar, büyür, ölür.
49 Tabiatın güneşi gibi Toplumun, Dilin, dillerin de Güneşi vardır. O da Allah’tır. Tanrı kavramının, adının olmadığı hiçbir dil yoktur. Olmaması mümkün değil çünkü dili ona veren Tanrıdır. Ruhların yuvası, tabiatı dil, bu tabiatın güneşi Tanrı kavramıdır. Toplumlar, bu kavramın ışığında, aydınlığında hayat kurmuş kültür ve medeniyetler ortaya koymuşlar. Her kültürün ve medeniyetin merkezinde tapınak vardır. Tanrısız, peygambersiz ve tapınaksız kültür ve medeniyet yoktur, dil yoktur.
50 Dil, can evinin perdesidir. Konuşma rüzgârı esip o perde aralandı mı içinde yılan çıyan mı var, inci mercan mı var belli olur. İnsan ruhunun, tapınağının yapı taşı dil, hangi ocaktan alınmışsa onlarla inşa edilmiştir. Peygamberlerin açtıkları ocakların ruh malzemeleriyle, feylezofların açtıkları ocakların malzemesi aynı olmayabilir. İnsan, unutan, unutkan varlıktır. Irkını, soyunu unutanlar olduğu gibi dinini, inancını da unutanlar vardır. İnsan bunlardan kopuk yaşayamaz. Unuttuğunun yerine bir başkasını kor. Yaşadığı, unutmadığı hayatı bozup, değiştirdiği de olur. İnsanlar, insanların hayatlarını zorla veya ikna ile de değiştirebilirler.
51 Tarihte büyük değişimler hep dillerle başlar, dillerle devam eder. Bir insanı veya toplumu değiştirmek isteyenler mutlaka işe dilden başlarlar. Toplumlar arası savaşlarda en güçlü silah dildir. Bugün bitki ve hayvanların genetik yapısıyla oynanarak onları değiştirmeye çalışıyorlar. Fert ve toplumların da kültürel yapısının genleri konumunda olan dili, kavramları değiştirerek onları değişime zorluyorlar. Bunun bir yolu politik güçle dile müdahele, diğer bir yolu da sanat ve edebiyatla müdaheledir. Sanat ve edebiyata giren düşünce ve inançlar hayata sirayet eder girer insanı etkiler, değişim ve dönüşüme uğratır.
52 Batı uygarlığının kendi içindeki değişimler (reform ve rönesanslar) dil ürünü düşünce ve sanat eserleriyle gerçekleştirildi. Değişen ve gelişen Batı uygarlığı mensubu uluslar da sömürge ülkelerini silahla ve daha çok da sanat ve siyasetle değiştirdiler. Kendi varlıklarını, siyasi ve kültürel bütünlüklerini de içlerinden yetiştirdikleri düşünce, ilim, sanat kahramanlarıyla sağladılar. İngiltere demek biraz da Şekspir ve Beykın demektir.
53 Bugün, modern Türkiye, Tanzimatla başlayıp meşrutiyet ve cumhuriyetle devam edegelen bir Batı uygarlığı ürünü bilim, sanat eserlerinin tercümeleri ve onların kopyaları olan sanatçı ve düşünürlerin eseridir.